Inspera Çocuk Tiyatrosu’nun ilk heyecanı Ormanın Hazineleri’ne damga vuran “Caniko” karakterini en iyi kim anlatır diye düşündük. Dramaturgumuz ve Caniko’ya sahnede hayat veren oyuncumuz Yağmur Şenbayrak’tan başkası gelmedi aklımıza! O halde, Yağmur’un kalemiden Caniko’nun macerasına hoş geldiniz...
Caniko henüz yalnızca bir günlükken, oyunumuzun ve orijinal öykünün yazarı Nevra Nergiz ile yönetmenimiz Serel Çapacı Turhan, “Ormanın Hazineleri” kitabını bir tiyatro oyununa dönüştürme hayali kuruyorlardı. Tam da bu noktada Serel ve Nevra ile yollarım kesişti, Caniko’nun yolculuğu da böylece başlamış oldu. İlk olarak kitabı okudum ve epey heyecanlandım. Ardından hep birlikte, öykü ve oyun metni arasındaki biçimsel farkları ve sahnelemede ihtiyaç duyulan aksiyon unsurlarını değerlendirmeye başladık. Hikayeyi aksiyon barındıran, harekete dayalı ve izlenmesi keyifli bir yapıya dönüştürmek için uğraştık.
Bu süreçte post-dramatik tiyatro yaklaşımına yakınlaştık ve net bir neden-sonuç ilişkisi kurmak zorunda hissetmedik. Bu yaklaşım, tüm serüveni bambaşka bir boyuta taşıdı çünkü Serel’in fikriyle, öyküde yalnızca sayfalardan ibaret bir günlük olan Caniko’nun canlanması kararına varıldı. Bu fikir orijinal hikayeden sapmayı gerektiriyordu ve bu biraz riskli olabilirdi. Pek çok yazarın aksine, Nevra bu konuda oldukça istekli ve açıktı. Bu da bir dramaturg olarak çalışma alanımı oldukça genişletti.
Formlar, orijinal metin ve olay örgüsü üzerinde bir süre düşündükten sonra, seyir zevkini artıracak disiplinler arası ögeler içeren bir metin yapısı oluşturma kararı aldık. Orijinal hikayenin aksine, fantastik bir yapıya doğru ilerlemeye başladık. Asıl soru şuydu: “Caniko nasıl canlanacak?”
Bir Günlük Nasıl Canlanır?
Ya da canlanırsa neye dönüşür, ne düşünür? Bu gibi soruların ışığında, Caniko’nun karakteri yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Biraz huysuzluk, azıcık kibir, bolca muzurluk ve bir tutam da bilgelik eklendi. Ve işte karşınızda bir karakter olarak Caniko! Yıllarca bir defter olarak yaşamış olan Caniko yıllar boyunca yaşadığı eylemsiz hayatın acısını çıkarırcasına hareketli, girişken bir yapıya bürünmüştü. Baş kahramanımız Yeraz’ın iç dünyası ve belki de yapamadıklarını yapmasında, eyleme geçebilmesinde hem bir engel hem de bir kurtarıcıydı. Aslında Yeraz’ın bir yansıması, başka bir açıdan kendisiydi. “Peki, Caniko gibi bir karakter sahnede nasıl canlandırılır?” İşte bir başka soru daha çıkmıştı karşımıza. Bu soruya çözüm üretmek için uzun uzun düşündük. İlk olarak, Caniko’nun bir kukla olması fikri gündeme geldi. Ancak bu fikrin üstünde çok durmadık çünkü böylesine hareketli ve akışkan bir karakteri bir kukla ile canlandırmanın yüzeysel kalacağını hissettik.
“Peki ya beden kuklası?” Bu fikir daha çok ilgimizi çekti. Hemen araştırmalara başladık: Beden kuklası yapımı ve uygulaması üzerine neler yapılabilir diye düşünürken birkaç görüşme gerçekleştirdik. Ancak, bu yöntemle arzu ettiğimiz etkileyici sonucu elde etmenin mümkün olmadığını fark ettik. Üslup olarak da oyunumuz için hayal ettiğimiz etkiyi tam anlamıyla yansıtamayacağını düşündük. Ve sona yaklaştık: “Caniko’yu bir insan oynamalı, kanlı canlı bir karakter olmalı!” dedik. Sahne üstünde Caniko’yu canlandırmak ise bana düştü. Caniko ile ilgili oyunculuk çalışmalarına başladığımda, ilk kez böylesine fantastik ve nesneden canlıya dönüşen bir karakteri oynamanın heyecanını hissettim. Neyse ki Caniko’ya doğumundan itibaren oldukça aşinaydım; bu durum oyunculuk sürecinde bana büyük bir avantaj sağladı.
Caniko’yu Nasıl Çalıştım...
Caniko, bana W. Shakespeare’in “Bir Yaz Gecesi Rüyası” oyunundaki Puck’ı ve “Fırtına” oyunundaki Ariel’i hatırlattı. Belki biraz da Macbeth’teki Cadılar’ı çağrıştırıyordu. Ayrıca Lewis Carroll’ın “Alice Harikalar Diyarında” romanındaki Kedi, Şapkacı, Tavşan ve Tırtıl karakterlerini anımsattı. Elimde oldukça fazla karakter ve ilham kaynağı vardı. Ancak bir nesneyi canlandırmak, nasıl bir hareket biçimi gerektirir diye düşündüğümde kafam yine biraz karışmıştı. Bu noktada, tüm süreç boyunca yanımda olan Serel bir kez daha yardımıma yetişti. Tabii diğer rol arkadaşlarımın desteği de büyük oldu. İlk kez sahne üstünde Caniko’yu denediğimde, açıkça söylemek gerekirse, Caniko’dan ziyade Gollum’a dönüştüğümü fark ettim. Tuhaf, amorf bir tipe dönüşmüştüm ve oldukça huzursuz edici bir görüntüydü. Bunun üzerine J. Lecoq ve fiziksel tiyatro tekniği üzerine çalışmalara başladık. Bu alandaki araştırmaları ve tezleri inceledik, bol bol pratik yaptık. Bir defter olarak canlanmanın fikri, zihnimde yavaş yavaş oturmaya başladı. Böylece en temel hareket elementim kesinlikle hava oldu. Tüm bu çalışmaların ardından, Stanislavski’ye dönme ihtiyacı hissettim ve Caniko’ya bir ard hikâye yazdım: “Caniko kimdir? Nedir? Hangi toprakta yetişen, nasıl bir ağaçtan yapılmıştır? Canlanabilmesini sağlayan sihirli güç nedir, nereden gelmiştir? Yeraz’ın eline nasıl geçmiştir?” gibi pek çok soruya kendi zihnimde yanıtlar buldum. Bu yanıtları yönetmenimiz Serel ve yazarımız Nevra ile paylaştım, arayışlarımızın benim verdiğim bu cevaplarla uyumlu olup olmadığını tartıştık.
Bir dramaturg ve oyuncu olarak bugüne kadarki projelerimde çocuk edebiyatıyla bu denli yakından ilgilenmemiştim. Ormanın Hazineleri'nin bana bir katkısı da bu. Çocuk edebiyatının derinliği ve bilgeliği hayata dair yepyeni bakış açıları kazandırıyor insana. Caniko bana pek çok şey öğretti, ancak kesinlikle en önemli öğretisi, olumsuzluklara takılı kalmaksızın eyleme geçmek ve devam etmek oldu. “Öfler, pöfler, feryatlar” yerine hayatı olduğu gibi kabul etmeyi, acının kaçınılmaz ama ıstırabın bir seçim olduğunu hatırlattı. Teşekkürler, Caniko…